USD 32,44
EUR 34,74
ALTIN 2.438,67
BIST100 9.916
İHBAR hattı 0552 642 79 79

ARTIK SÖZ MİLLETİN

Ülkemizde gerçek anlamda ilk çok partili seçimler 1950 yılında yapıldı. Ve her şey o zaman başladı...

Amerikanın baskısı sonrası çok partili siyasi hayatı kabul eden, oligarşik bürokrasi, seçimde bir hezimet beklemediği için çok rahattı seçimlere giderken. Ama beklenmedik bir şey oldu.

YETER SÖZ MİLLETİN dedi Türk halkı.

Gerçekten de yetmişti artık.

Öyle sosyal baskılar, ekonomik zorluklar, militarist ve oligarşik bir düzen vardı ki halk nefes alamaz hale gelmişti.

Zorla alınan toprak vergilerini ödeyemiyor, kıtlık bile olsa tarlasının mahsülünü vermesi gerekiyor, ödeyemeyince tefecilerden borç alıyor ve köle gibi sistem için çalışıyordu.

Devlet, topladığı mahsül vergisini depolayamıyor fazlasını denizlere, derelere döküyor ama halktan zorla toplamaya devam ediyordu.

Millet, ezanını unutmuş, kutsal kitabını kuyulara saklamış yada toprağa gömmüş, namaz kılacak camileri ahır yapıldığı için namazını evde gizli gizli kılmaya başlamıştı.

Vali, belediye başkanı, parti il başkanı hep aynı kişiydi.

Zamanın meşhur Ankara Valisinin söylediği şu cümleler aslında her şeyi özetliyordu: Ulan öküz Anadolulu! Sizin iki vazifeniz var. Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi askere gitmek.

Halkına böyle tepeden bakan, jakoben, kendini seçilmiş ve üstün gören, tek özellikleri dinine düşman olmak, geçmişini inkar etmek ve parti üyesi olmak olan bu adamlar halkın canına tak etmişti.

İlk seçimde halkın istediği oldu. Ama merhum Adnan Menderes ve ekibinin, ülkede çağ atlatan ekonomik politikalarına ve halkıyla barışık siyasetine sadece 10 yıl dayanabildiler. Aslında o onyıl darbe zeminini ayarlamak için gerekli alt yapıyı hazırlamak ve toplumsal terör ortamını sağlamak için yapılan çalışmalarla geçti.

Merhum Turgut Özal'a da ancak bu kadar dayanabildiler. Sonra başına gelenler malum.

Tayyib Erdoğan'a da farklı olması beklenemezdi.

Söz milletin diyen, milet karar verir diyen, seçimle, halkın hür iradesi ile gelen yine seçimle gider diyenlerin başına gelenler hep aynı...

On beş Temmuz'u da 27 Mayıstan farksız okumak lazım.

Sadece okumayıp, yazmak lazım. Gençlerimize, çocuklarımıza anlatmak lazım. İlkokul kitaplarına koymak ve bilinçlendirmek lazım.

Halkı için canını veren bu şehitlere hiç olmazsa bir fatiha okumak lazım.

K-Pop Belası

Bu yazıyı okuyan yaşı 30'un üzerindeki pek çok kişinin “ne ki bu K-Pop” dediğini duyar gibiyim.

Adını bile sosyal medyada gezinirken gördüğümüz ve bizim ilgi alanımıza girmeyen akım, çocuklarımız için en büyük tehlikelerden birisi olarak çığ gibi büyüyor.

Güney Korede ortaya çıkan ve gençleri hızla etki alanına alan bu akım, sosyal medyada aritmetik bir büyüme eğrisi ile yayılıyor. Sıfır beden genç erkek ve kızların olduğu, enstrüman olmadan müzik, dans ve kareografi yapılan bir akım.

Cazip görünümleri, kıyafetleri, son derece bakımlı ve makyajlı dansçılarıyla makyajlanmış, gençliği peşinden sürükleyen bir proje aslında.

Bu saydıklarımızın hepsi zaten batı dünyasının müziğinde var, peki nedir farklı kılan bu akımı.

Bu akımda yer alan gençlerde, kadın gibi giyinen ve makyaj yapan erkekler ve erkek gibi giyinen ve kendini remodelize eden genç kızların olması. Gruplara baktığınızda hangi grup üyesi kız, hangisi erkek ayıramıyorsunuz çoğu zaman.

Akışkan cinsiyetlilik, biseksüellik ve transseksüel olmanın aslında normal(!) bir şey olduğunu göstermek için kurgulanmış bir proje aslında. Dünyada, tek tip insan modeli oluşturma kurgusunun basamaklarından biri muhtemelen.

Şimdi bir kurgu ve ütopya gibi geliyor değil mi?

Toplumların kültürel mirasının, örf ve adetlerin, ahlak anlayışının nereden nereye geldiğine bakarsanız belki olabilecekler için size bir perspektif sunabilir.

Çocuklarınızı, bu ve benzeri belalardan koruyun. Çünkü sistem onların peşinde ve geçmişe ait ahlaki olarak güzel ve zarif olan ne varsa hepsini yok etmeden de durmayacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Tüm Yazılar