Türkiye’nin nadide doğal kaynaklarından biri olan Sapanca Gölü, bu yaz bir kez daha kuraklık ve bilinçsiz kullanım tehdidiyle karşı karşıya. Gölün su seviyesi alarm verici seviyelere gerilerken, sadece meteorolojik koşulları değil, insan eliyle yaratılan riskleri de görmezden gelemeyiz. Bu anlamda gölü korumaya yönelik atılan adımlar takdire şayan olmakla birlikte, hukuki ve idari sorumlulukların zamanında ve etkin bir biçimde işletilmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur.
Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü denetim ve farkındalık çalışmaları, su israfına karşı alınan tedbirler ve çevre bilinci oluşturmaya yönelik kampanyalar bu sürecin olumlu adımları arasında yer almaktadır. Ancak bu önlemler, uzun vadede etkili olabilmesi için daha geniş çaplı ve disiplinli bir eylem planına ihtiyaç duymaktadır. Çünkü doğal varlıkların korunması, yalnızca vatandaşın sorumluluğuna bırakılmayacak kadar kritik bir meseledir.
Bu noktada hukuki çerçeve devreye girer. Anayasa’nın 56. maddesi devlete, çevreyi koruma yükümlülüğü yüklemekte; 2872 sayılı Çevre Kanunu ise bu yükümlülüğün nasıl yerine getirileceğini detaylandırmaktadır. İlgili idarelerin, Sapanca Gölü'nü besleyen su kaynaklarının çevresinde yapılaşmayı sınırlandırması, tarımsal faaliyetleri denetlemesi, endüstriyel atık kontrollerini sıkılaştırması gibi önlemler yalnızca idari bir tasarruf değil, aynı zamanda hukuki bir zorunluluktur.
Örneğin, içme suyu havzası koruma planları revize edilerek, göl çevresinde inşaat ruhsatları sınırlandırılabilir. Tarımda kullanılan kimyasalların denetlenmesi, sanayi tesislerinin atık boşaltma sistemlerinin etkin biçimde kontrol edilmesi mümkündür ve gereklidir. Ayrıca idare tarafından alınacak bu önlemlerin yetersiz kalması hâlinde, hizmet kusuru gündeme gelebilir ve yargı nezdinde dava konusu yapılabilir.
Sapanca Gölü’nün korunması yalnızca çevreci bir refleks değil, aynı zamanda hukukun ve kamusal denetimin bir gereğidir. Bugün göl yatağında yaşanan çekilme, yarın içme suyu krizine, tarımsal çöküşe ve ekosistemde geri dönülmez hasarlara yol açabilir. Bu sebeple tüm kamu kurumları, yerel yönetimler ve ilgili bakanlıklar koordineli bir şekilde hareket etmeli, çevreye ilişkin yetkilerini kararlı ve planlı şekilde kullanmalıdır.
Kuşkusuz bu sadece bir yerel yönetim sorunu değildir. İdarenin tüm kademeleri, akademi, sivil toplum ve yurttaşlar birlikte hareket ederek bir çevre seferberliği ilan etmeli; Sapanca Gölü’nü yalnızca bugünün değil, gelecek kuşakların da yaşam hakkı olarak görmelidir.