MODERNLEŞMENİN NERESİNDEYİZ?

MODERNLEŞMENİN NERESİNDEYİZ?

Servet Kızılay dibacedergisi@gmail.com

Meşhur Batı’lı bir düşünür şöyle demişti: “Tarihten alınan yeğane ders, hiçbir dersin alınmadığıdır”. Modernleşmenin tarihi de Batılı olmayan ülkeler ve insanlar için hiçbir dersin tam olarak alınamadığını gösterir gibidir.

Modernleşme, en büyük organizasyon (hem en büyük Tanrı’laşan hem de Tanrı rolünü sürekli gerçekleştirmeye çalışan) devletlerin mutlak ideolojisi ve paradigması haline dönüştükten sonra, vaad edilen yeryüzü cenneti geriye kalanların kaçınılmaz kaderi oldu.

Kutsal kitapların “cennet / cehennemiyle” dalga geçenler, cennet vaadiyle dünyayı cehenneme çevirdi.

Bir devlet ideolojisi ve paradigması olan Modernleşme devletlere bağlı olan kurum-kuruluş ve kişilerce (yani resmi kiliseler ve engiziyon kurumlarıyla) yine mutlak doktirin olarak dayatıldı ve dayatılmaya devam etti.

Onun için; akademisyenler-aydınlar- medya-STKlar “yüce ve kaçınılmaz” hedefi insanların kaçınılmaz yazgısı olarak insanlara dikte etti.

Mesela; “İstanbul sözleşmesi”nin (herhangi bir) hükümete rağmen Yargıtaydan bozulması, Türk Modernleşmesinin artık entelektüel bir hedef olmaktan çıktığını yeterince kanıtlıyordu. Yani Modernleşme altında yapılanlardan asla taviz verilemeyeceği de her fırsatta hem devlet hem de onun kutsanmış kurum-kuruluşlarınca vurgulanıyordu.

Yeri gelmişken Türk Modernleşmesinin en fena, iğrenç bir yönünü de burada hatırlamamız gerekiyor: Güvenlik Bürokrasisinin (Askerlerin) sopa zoruyla insanları Modernleştirmesi, modernleşmenin insanlığın süreç içinde doğal ilerlemesi gibi tezleri de çöpe atıyordu. Tabii ki; Modernleşme sopa zoruyla gelip “doğal bir fenomene” ulaşıyordu. Her şeye rağmen bunun altında belirli bir gücün-iktidarın-mutlak hakimin bulunmadığı akıllı kişilerce asla söylenemiyordu.

Yani Tanrıya-Dine-Metafiziğe cendere-baskı aracı-ceberrut diyenler, insanları zorla şekillendirdiğini, kalıba soktuğunu iddia edenler kendi cenderelerini-baskı makinalarını kurup istediği şekli veriyordu.

Adına Antropoloji denilen ilime bakıldığında, söylem biçimi analizlerine üstün körü bakıldığında; “Tanrının-kutsalın-ritüelin-metafizik anlam kümlerinin ve sınıflarının kaybolmadığını sadece tepe taklak ters çevrildiği rahatlıkla anlaşılabilir. Yani Modernleşmenin ve modern düşüncenin yaptığı en büyük sahtekarlık ve illüzyon; kendi dünyasını, kendi değerlerini, kendi kavramlarını hem yeni hem de kutsal olmayan kutsallıkla bezemesiydi. Bunu gören başka bir meşhur siyaset düşünürü; “ modern devletin tersinden bir teolojik karaktere sahip olduğunu” söylemekle, isabet sağlamıştı.

Modernleşmenin “Cennet” mitosuna bakalım. Bu cennetin gerçekten herkese verilen bir şey olup olmadığı hakikatine bakalım. Veriler bunca geçen yıla rağmen cenneti kazananların sadece belirli kesimler olduğunu gösteriyor. Dünyada 880 Milyon insan fakir değil fiili açlık çekiyor. Dünyanın halen yüzde 80’ni en kamil form olarak sunulan Batı modernleşmesinden çok uzakta yaşıyor.

Kendi dünyasını cennetleştirenler, dünyanın geri kalanlarına şiddet ve savaş ihraç ediyor. Kolonyalizm ve kapitalizm postu (sonrası) olmadan en kaba haliyle en fena zalim haliyle yaşıyor. Kısacası; dünya genelinde veriler hiç de bunların iddia ettiği gibi bir şeyi göstermiyor.

Sürekli olarak saklanan, unutturulmaya çalışılan bir gerçek bizi bekliyor: Batı’lı anlamda Modernleşme (zaten modernleşmenin batı dışından bahsetmek zorlamadır ve aptalcadır), ancak ve ancak bir devletin diğerlerini ezebildiği ölçüde mümkün oluyor. Yani O (Batı) olunamayan fakat ona en fazla yaklaşabilmek mümkün olabiliyor. Ezerek, güçlenerek diğerlerine komşularına fark atanlar en fazla Modernleşmenin cennetine yaklaşanlar olarak kabul görüyor. İnsanların hepsine vaad edilmiş cennet, diğerlerinin cehennemine dönüşüyor. Şüphesiz hiçbir kültürde herkes cennete alınmıyor. Onun belli başlı şartları mevcut fakat Modernleşmenin cennetinden kovulanların; insanlığın büyük bir kısmı ve en adaletsizliğe uğrayan kısmı olduğu, bilinince işler değişiyor.

Modernleşmenin tüm insanlık için geçerli olup olmadığını ciddi bir sorgulamaya tabi tutmasak şu görüşe başvurabiliriz: Antropolojide bir mektebe göre; tarih boyunca insan kültür ve yaşamını değiştiren dönüştüren en büyük nedenin maddi kaynaklara bağlı olduğu söylenir. Değişim-dönüşüm kültürel farklılıklar; yaşanılan coğrafyadaki madenler, onların işlenebilir olması, su ve gıda kaynaklarının geliştirilebilir vb olması gibi daha ekolojik bir nedene dayandırılır.

Şimdi bu eko-maddi nedenleri, biricik neden olarak kabul edersek; sorabileceğimiz doğru soru şu olmalıdır: Batılı bir Modernleşme için dünyanın teknik kapasitesi dünyadaki diğer kalanlar için yeterli mi? Ciddi bir bilimsel veriye göre; dünyanın teknik kapasitesi yani dünyadaki tüm insanların devletlerin benzer değil aynı Batı’lı bir fomda yaşayabilmesi için gerekli olan teknik donanım kaynak dünyada mevcut değil. Yine bu görüş kabul doğru edilirse; Modernleşme gerçekleşmesi mümkün olmayan en büyük ütopya ilan edilmesi gerekir. Çünkü Modernleşme için dünyanın kapasitesi yeterli olmadığı halde halen havucun peşinde koşturmak, iddia edildiği gibi gerçek bilimsel yahut geçerli bir şey değil hiç hoşlanmasalar da Ütopyadır.

Oysa Modernleşme bilimselliğe- rasyonaliteye bağlılık numaralarıyla ilerliyordu. Yok şayet dünyanın kalan kapasitesi herkes için Modernleşmeye izin veriyorsa ve Modernleşme insanlığın kaçınılmaz bir kaderi ise; o halde ülkeleri yakan-yıkan-talan eden savaş ve şiddeti bir endüstri gibi ihraç edenler, Modernleşmesini “tamamlamış”, “gelişmiş” olan ülkeler ile neden aynı? Modernleşenler (“gelişmişler”) bu “kutsal hakiki kaçınılmaz yolda” diğerlerine (“gelişmekte olanlara- az gelişmişlere- gelişmemişlere”) neden engel oluyor?

Modernleşme, nereden bakarsanız bakın her yerden sahtekarlığın görüldüğü süreçtir denebilir. Sorumuz neydi? “Modernleşmenin neresindeyiz?” Cevap; her zaman cehenneminde!

Tüm yazılarını göster